20 Mart 2016 Pazar

Düzensiz düzen..

Dünya git gide hayallerimizin dışında bir yer olmaya başlamıştı. Çocukken pembe camlı gözlüklerden baktığımız dünya artık o gözlüklerle baktığımızda bile güzel gözükmüyordu.
Ben bu son yaşanan Ankara patlamasından ve tabiki en yakın zamanda yaşanan Taksim patlamasından çok etkilendim. İçimdeki tedirginlik sürekli kendini hatırlatır bir hal aldı. Sokağa çıkmak ne zaman bizleri korkutur bir hal almıştı. Ne zaman tüm gün tepimizde gezinmesi gereken helikopterler var oldu. Bizler ne zaman sağımızda solumuzda yürüyen her insandan şüphelenir olduk. Ve ne zaman her göz göze geldiğimiz insan bizim için canlı bomba olma ihtimali taşımaya başladı. 
Tüm bunları düşünürken Suriyeli bir kadının söyledikleri geldi kulağıma. Diyordu ki “bizimde şehrimizde bombalar patlıyordu biz çok önemsemiyorduk ne zaman ki o bombalar evlerimizin içine düşmeye başladı o zaman anladık herşeyi”. Belki şuanda birebir kurmuş olduğu cümleyi aktaramıyorum sizlere aklımda kaldığı kadarını yazıyorum; fakat durumun vahimliğini dile getirmek istiyorum. Şimdi her zaman gittiğimiz taksimde patlıyor bomba. Belki bu zamana kadar binlerce defa geçtiğimiz sokak, belki tam da orada defalarca arkadaşlarımızı bekledik. Ve belki ogün orada bizde olabilirdik. 
Şimdi oturduğumuz yerden sadece kendimiz ve sevdiklerimiz için “iyi ki” diyebiliyoruz. “İyi ki” biz yoktuk. Ama ne farkeder. Ben,sen,o yada onlar. Sonuçta birileri hiç uğruna canında olmadımı. Ve biz hiç tanımadığımız insanlar için sürekli üzülmüyor muyuz.? Birileri sürekli ölmüyor mu.?
Kendi ülkemiz iyice tanınmayacak bir yer haline gelmiyor mu.?
Tek yapabildiğimiz “korkmak”.
Okula gitmekten korkmak.
İşe gitmekten korkmak.
Sinemaya gitmekten korkmak.
Ekmek almaktan korkmak. 

İNSANLARDAN KORKMAK.

13 Mart 2016 Pazar

Uçacağım

Karar vermek istemiyorum. Herhangi birşey için bir karar verip bir seçim yapmak istemiyorum. Hayatı neden geldiği gibi yaşayamıyoruz. Neden mecburiyetlerimiz, zorunluluklarımız ve sorumluluklarımız var. Ben bugün yok olsam mesela ve bir daha hiç dönmeyecek  olsam toz olsam, buhar olsam, bulutlara karışsam kim önemsiyecek bugün yapmak zorunda olduklarımı. Yapmam gerektiği halde yapmadıklarım kimin aklında kalıcak. İnsanların yüreğinde bir parça acı, gözlerinde bir damla yaştan başka hiç birşey kalmayacak. Ama ben bütün bunlara rağmen bir karar vermek zorundayım. Ya kalmalıyım bu şehirde ya da gitmeliyim asıl ait olduğum yere. Hangisi daha doğru bir seçim. Gitmem mi kalmam mı? Peki kime göre ya da neye göre. Ben kime göre doğru olan bir karar vermeliyim. Bu sefer aldığım kararla kimleri yada kimi mutlu etmeliyim. Ailem mutlu oldu diyelim. Peki bu can bana emanet değil mi? Ben bu bedenden, bu ruhtan, bu candan sorumluysam benim mutluluğumu kim önemseyecek. Gene ben? O zaman ben başta kendim olmak üzere herkesi aynı anda mutlu etmeyi nasıl becericem.
Bunların hiçbirini istemiyorum. Kocaman bir “ooofffff” çekip atıyorum kenara herşeyi. Ben diyorum ki eğer ben mutlu olucaksam Amirle olmalıyım. Sabah uyanmak için sebebim olarak yanımda olmalı. Akşam eve dönmek için heyecanım olarak evde olmalı. Yarınlar için ümit besliyeceksem, bir ışığım olacaksa o hayatımda yanımda, yakınımda olmalı. 

Sadece kendi mutluluğumsa eğer amacım bana emanet bu candan yükümlüysem bir tek ben “Amir’i” seçiyorum. Kendim için bildiğim en doğru yolda yürümek istiyorum. Başka seçenekler, başka seçimler istemiyorum. Ve bugün toz olup, buhar olup, bulut olucaksam en son onun elini tutmuş olayım. İşte o zaman gerçekten mutlu olucam. Bütün seçimleri arkamda bırakacağım ve tek seçimimin avuçlarından uçacağım.

6 Mart 2016 Pazar

Nefreti Öğrendim

Şimdi çıksam şu meydana diyorum. Açsam kollarımı iki yana sonra bağırsam avazım çıktığı kadar. "Nefret ediyorum senden İstanbul; senden de senin getirdiklerindende, bunca kalabalıktanda,manasız pahalılıklarındanda, bulutlara gizlenmiş gökdelenlerindende herşeyinden nefret ediyorum" desem bütün gücümle. Kaç kişi deli diye bakar uzakta bana yada kaç kişi gelip eşlik eder bu isyanıma. 
Kaçmaya çalıştıkça saplandım sana. En sonunda ne yaptım sırf gidemeyim diye aldın sevdiğimi getirdim buraya. Sonra karşıdan alay eder gibi güldün bana. Sanki fısıldıyordun "hadi şimdi git bakalım" diye. Anladım ki sen benimle oyun oynuyordun. Ama haklısın ben kurallarına göre oynamayı beceremedim. Çünkü sana dair hiçbişeyi benimsemek, kabullenmek, sindirmek istemedim. Seninle hiçbir bağ kurmamak için hep direndim.
Mecburiyetler yüzünden sana geldiğim gün kendime yenilmicem ama gidicemde dedim. Daha kendime verdiğim sözü bile tutamadım. Bunun içinde nefret ediyorum senden. Kendime olan saygımı bile yitirttin bana. Hayatım boyunca kimseye kinlenmeyen, öfkeyi içinde barındıramayan ben sayende günlerdir öfkeyle dolup taşar oldum. İşin en kötüsüde ne biliomusun dile bile getiremiyorum. Sadece kendi içimde beni yiyip bitiriyor. 
Hızlı değil ama yavaş yavaş bi çöküşe hazırlıyorsun sen beni. İşte bütün bunlar için belki daha da bile fazlası için senden nefret ediyorum mega kent İstanbul. Işıltılı binalarınla, boğazınla, imkanlarınla birtek benim gözümü boyuyamadın. Birgün senden gidicem hemde öyle bir gididem ki tüm öfkemi, arada kalmışlıklarımı, çaldığın zamanlarımı herşeyi senin üstüne yıkıp gidicem. Buraya bırakıldığım ilk günkü burukluğumu yüZüne çarpıp en mutlu halimle gidicem burdan. En azından bu sefer kendime verdiğim sözü tutucam. Sen koca şehir birtek beni benden alamadın.