15 Mayıs 2015 Cuma

"Aidiyet" Duygusu

Varlığımızı bilinçli bir şekilde sürdürmeye başladığımızdan beri herbirimiz kendi kişiliğimize uygun olabilecek ortamlarda benlik gösteririz. Yani bir nevi ait olabildiğimizi hissettiğimiz ortamlarda var olmaya çalışırız. Bu öncelikle ailemizde başlar bana kalırsa. Anne, baba ve çocuk ilişkileri ne kadar güçlü ise çocuk kendini o kadar o evin bir parçası olarak görür ve kendini ait hisseder.
Sonraları arkadaş ortamlarımızda bu duygu baş gösterir. Başkası olmaya çalışarak varolmayı denediğimiz zamanlar olmuştur sırf o insanlarla ve o çevrede olabilmek için. Ama bir süre sonra bakarız ki başkası olmaya çalışarak mutlu olamıyoruz ve benlik gösteremiyoruz. O zaman kendimiz olabildiğimiz ortamlara doğru kayarız.
Bu tabikide son olarak kendini iş ortamında gösteren bir duygudur. Severek isteyerek gidilen bir işte aidiyet duygusu oldukça fazla olur. Böyle olması demek işini daha iyi yapmayı, daha aktif olmayı, daha üretken olmayı ve iş ortamındaki diğer insanlarla daha iyi bir diyalog halinde olmayı beraberinde getirir. Fakat tam tersi bir durumda istenmeden ve benimsemeden yapılan iş kişiye sadece mutsuzluk artı olarak ekstra başarısızlık ve amaçsızlık getirir.
Girdiğimiz her çevrede, her ortamda ister iş hayatı olsun ister günlük hayatımızda olsun yetkin birer kişi isek yani yeterli bilgi ve birikime sahip ve o alananda donanımlıysak kendimize olan güvenimiz aidiyet duygusunuda beraberinde getirir.
Hem sosyal çevrede hemde profosyonel bir iş hayatında bu duygunun bireylere iyi yerleşmiş olması demek her alanda daha başarılı, daha mutlu ve etkili işlerin veya arkadaşlıkların ortaya çıkması demektir. En azından benim aidiyet duygusundan anladığım budur.:)))

7 Mayıs 2015 Perşembe

Kendi Hikayem:)

Türk filimlerinde ki saf, temiz duygularla tanıdık aşkı ilk. Sonra yeni dizilerin içinde ki entrikalarla, acı sonlarla, zaman zamanda mutlu sonlarla tanıdık. 
Ve hep sandık ki herşey filimlerden,dizilerden,okuduğumu romanların sonlarından ibaretti. Böylesi gerçekte asla olmaz dedik. Her sonla kah üzüldük, kah mutlu olduk. Hepimiz zaman zaman kendimizi bir film karakteri, zaman zamanda kitaplardaki esas kızın yerine koyduk. Hayal ettik.. Annemiz odamızın kapısını çat diye açıp girene kadardı bizim hayallerimiz.:)) 
Efsane aşkları dinledik büyüklerimizden Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin hayretle, hayranlıkla dinlediğimiz unutulmaz aşklardı akıllarımızda. Ama büyümeye başladığımızda tüm bunların yanı başımızda da olduğunu görmeye başladık. Kimimiz aşkı yaşamayı başaranlardan oldu, kimimiz uzak kalıp acı çekenlerden, kimimizde mecbur vazgeçenlerden. 
Kendi adıma şanslı olanlardanım. Neyseki aşık olduğum adam kalbimi kalbine eş seçti.:) Çok efsanevi bir aşkın kahramanı olamadım belki ama severken acıda çekmedim. Tam altı sene oldu o hayatıma gireli. Ve ben bugün hala onu görmeyi hayal ettiğimde bile midem de kelebeklerin uçuştuğunu hissediyorsam, avuç içlerim terlemeye başlıyorsa ve kalbim her zamankinden farklı çarpıyorsa kendi hikayemin kahramanı olabilmişimdir demektir.
Tabikide herşey bir hikayedeki kadar mükemmel olmadı bugüne kadar kavgalar,küslükler,kırgınlıklar...Ama tüm bunlar olurken ben gene ağlamak için onun omzunu seçtim kendime. Çünkü onun çizdiği yeri bir başkası kapatamazdı,kimsenin söyledikleri hafifletmezdi o an ki kırgınlığımı ondan başka.
Sevdim, sevildim, üzüldüm, üzdüm, kavga ettim,küstüm,kırdım, kırıldım ama hiç bırakıp gitmedim; gitmedi.
Şimdi tüm bunları neden yazıyorsun derseniz ben artık tüm bunların meyvesini yemek için gün sayıyorum. Birlikte yürüdüğümüz yolda ilk adımı atacağımız için o kadar mutlu ve heyecanlıyım ki tüm dünya duysa genede yetmeyecekmiş gibi geliyor.:) Benim küçük hikayemin sonu bakalım nereye doğru gidecek.. Efsane yaratamayacağım kesin ama küçük hikayemin esas kızı olarak kalıcam....